Bir ara yani 90’lı yıllarda Network bir iş yapmıştım. İşte Amerika’nın ürünlerini satacaz, kendimize ait ağımız olacak. Çalışanlarımız olacak, bu ağ büyüdükçe gelirimiz büyüyecek falan, filan.
Neyse toplantılar oluyor. Toplantılar İstanbul’da dünyanın dört bir tarafından güya bu işte başarılı olmuş paranın anasını ağlatan kişilerle oluyor. Biz Amerika’nın sömürmeye doyamadığı minnoşlarda izleyip gaza geliyoruz.
Konuşmalar yapılıyor. Yok şu yazarı okuyun, yok bu taktiği uygulayın. Para büyük, hayaller büyük. Bizi bir görseniz. Neyse herkes yaşadığı memleketine dönüyor. Başlıyoruz insanlara ulaşmaya. İşi anlatacaz. Arkasından ağ büyüyecek biz zengin olacaz. Ev de toplantılar. Ev yol geçen hanı gibi, gelen giden, babam cinnet geçiriyor.
"Evimde dinlenemez oldum" diyor haklı olarak. Ben ile kardeşim, "baba sabır, zengin olacaz."
Babam, "Amerika size yedirmez" diyor. Ama biz kararlıyız, zengin olacaz.
İçilen kahveler, çaylar, yenilen yemekler cepten gidiyor. Ama biz hala kararlıyız.
Sonra herkesin kendi memleketlerin de bağlı oldukları sponsor geliyor. İşte bir otelin toplantı salonunda konuşmalar yapılıyor. Biz minnoş distribitörlere de yer veriliyor. Biz de bol keseden atıyoruz. Şöyle yapacam, böyle yapacam!
Ben çıktım, o son oldu zaten..
“Bir gün bu güce sahip olduğum da.. Öncelikle balık tutmayı seven babama tekne alacam. Adını ‘Balıklara fısıldayan adam’ koyacam. Sonra kocaman bir araziye yaşlı bakım evi ve özel yetiştirme yurdu açacam. Yaşlılar ve çocuklar birbirlerini yormayacak şekilde yaşayacaklar. Çocuklar bölüm bölüm olacak. Üniversiteye gidene kadar orada yaşayabilecek imkanları olacak” Herkes alkışladı. Benim gözlerim yaşlı..
Ondan bir ay sonra falan bıraktık. Milleti ikna edecez diye ağırlamaktan para kalmadı. Babamın canı burnunda geçiyor, çıkıyor bize küfrediyor, "Benim gibi solcu babanın çocuklarına bak" diye.. Biz Amerika’nın etkisindeyiz, gözümüz bir şey görmüyor. Uyuşturulmuş gibiyiz. Bu arada aldığımız kitaplar, kasetler elimizde patladı. Yani annem, babam her zaman ki gibi haklı çıktı.
Biz haklılık sonucuna rağmen annemden kolundaki bileziği istiyoruz. "Vermem o benim kefen param" diyor. Sanki bir şey olsa açıkta bırakacaz. Hayırdır ya, ver ne olacak yani. Zaten bu anneleri de hiç anlamış değilim. Kefen parasıymış yahu kim açıkta kalmış kefene sarılmadan gömülmüş, ver işte onu da batıralım. Yok gözümüzde kaldı vermedi.
Benim oğlum istese mesela, "ben kefen param veremem" desem. "Ver ben seni gömerim kefensiz kalmazsın" der. Biz diyemedik tabi eşşek kadardık ama hala bir anne baba korkusu vardı .
Bu korkmuş haliniz mi diye sorabilirsiniz. Genciz gözümüz kara neyse uzatmayayım.
Anlayacağınız, biz zengin falan olamadık. Her zaman ki gibi Kapitalist Amerika’nın çok pis oyununa geldik. Babamıza tekne değil, şişme bot bile alamadık. Ki en çok o içimi acıtır.
Yaşlılara bakımevi, çocuklara yetiştirme yurdu hayal oldu.
Biriken borçları ben Karayolların da çalışırken aslanlar gibi ödedim. Çocuk yaşlarda öğrenmiştim aslında solculuğu ama demek ki paranın yüzü sıcak geldi.
Neyse ki ne anamın, ne babamın kefen parasına bir şey olmadı.
Benim ki de kolumda, umarım oğlum istemez, neme lazım.