Bilindiği üzere Türkler, tarih boyunca varlığını sürdürmüş, sayısız devletler kurmuşlardır. Bu devletlerden biri olan Osmanlı Devleti, kökleri Anadolu Beyliklerine ve Türkiye Selçuklularına uzanan cihanşümul bir devlettir. Kayı Aşireti’nin uç beyliği olması ve Bizans İmparatorluğu’na sınır olması aslında beyliğin devlete dönüşümünü hızlandırmıştır. Dolayısıyla hazinesi ve ordusu hızla büyüyen Osmanlı Devleti, Kanuni sonrasında giderek bozulmuş ve kan kaybetmeye başlamıştır. Bu kan kaybı tam 3,5 asır sürmüştür ve devletin toprak sınırları da gerilemiştir. 1789’da başlayan Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik ve hürriyet gibi gelişmelerden Avusturya-Macaristan gibi Osmanlı da payını almıştır. Ulusal devletler kurulmuş, sömürgecilik yarışı hızlanmıştır. 20. yüzyılın ilk zamanlarına geldiğimizde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdının bir Sırp milliyetçisi genç tarafından öldürülmesi ile başlayan 1. Dünya Savaşı’na Almanya ile dahil olan Osmanlı Devleti, çeşitli mahallerde savunma, saldırı ve destek cepheleri açmış, sadece bu cephelerden olan Çanakkale Cephesi’nde Osmanlı Devleti askeri başarı elde etmiştir. 1. Dünya Savaşı’nın 4 yıl kadar sürmesi ile İtilaf Devletleri, savaştan zaferle ayrılmış ve İttifak Devletleri’ne kendi ağır şartlarını dayatmışlardır. Bu devletlerden biri olan Osmanlı Devleti’ne 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalattırılmış ve işgaller başlamıştır. İşgallerin anında püskürtülmesi için çeşitli yörelerde bölgesel direnişler yapılmış ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’nın halkı örgütlemesi ve birleştirmesi sonrası bölgesel güçler birleşerek ulusal direnişe öncülük etmiştir. 16 Mart 1920’de İstanbul’un İşgali ile Meclis-i Mebusan, önemli üyelerini 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılacak olan TBMM’ye göndererek kendini feshetmişse de 10 Ağustos 1920’de İstanbul Hükümeti’nin imzaladığı Sevr Antlaşması, TBMM’nin onayından geçmediği gibi ölü doğmuştur. Düzenli TBMM ordusunun kurulması ile işgal ve düşman saldırılarına karşı etkin bir mücadele verilmiştir. 1. ve 2. İnönü Savaşları’ndan zaferle ayrılan Türk Ordusu, sadece Kütahya-Eskişehir Savaşları’nda yenilmiş ve zora düşmüştür. Bunun üzerine TBMM, geçici süreyle Mustafa Kemal Paşa’ya önemli yetkiler yüklemiş ve çeşitli kanunlar çıkarılmıştır. Tekalif-i Milliye Emirleri ile geri ödeme şartlı olarak halktan destek ve yardım istenmiştir. Fakat düşman kuvvetleri, Polatlı-Haymana güzergahı üzerinden Ankara’ya ilerleyip TBMM’yi dağıtmak istemiş ve 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında Sakarya Nehri kenarında 22 gün 22 gece süren destansı bir direniş gerçekleşmiştir.
13 Eylül 1921’de düşman kuvvetlerini yenen Türk ordusu, 14-15 Eylül 1921 tarihleri arasında seferberlik ilan ederek büyük taarruz hazırlıklarını başlatmıştır. Bunun üzerine 16 Haziran 1922’de Başkomutan Atatürk, taarruz başlatacaktır. Dahası bu taarruzun planını Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü ile Kazım Özalp ile de paylaşmıştır. Akabinde 26-27 Temmuz 1922’de Atatürk, Fevzi ve İsmet paşalar ile Konya’nın Akşehir ilçesinde toplantı düzenlemiş ve gerekli hazırlık önerileri konuşulup tartışılarak karara bağlanmıştır. Atatürk, 17-18 Ağustos 1922’de Ankara’dan ayrılıp Tuz Çölü üzerinden Konya’ya varmış ve bu durum 21 Ağustos 1922’de Atatürk’ün “Çay Partisi” düzenlediği minvalde haberler çıkmıştır. Fakat Atatürk, 20 Ağustos 1922’de Akşehir’deki Batı Cephesi karargahındaydı. Başkomutanlık karargahında görevli Mahmut Soydan’ın hatıratına göre 21-22 Ağustos 1922 tarihleri arasında Atatürk, “Çalıkuşu” romanını okuyup çok beğenmiştir.1 26 Ağustos 1922’de, saat 4.30’da Türk Topçuları, Afyon-Kocatepe’de ateşe başlamış ve bu ateş saat 5.30’a dek sürmüştür. Saat 6.30’da Tınaztepe, 7.00’da ise Toklutepe ve 1 Meydan, Sinan, Yüzyılın Kitabı, “Büyük Taarruz”, 6. Baskı, s. 231-239, İnkılap Kitabevi: İstanbul 2021.
Kaleciksivrisi alındı. Fahrettin Altay’ın 12 bin mevcutlu 5. Süvari Kolordusu, Uşak’ın Sincanlı Ovası’na akarak Dumlupınar’ın doğusuna ilerledi. 27 Ağustos 1922’de sabah 4.00’da Kurtkayatepesi, saat 8.00’da ise Erkmentepe düştü ve Çiğiltepe’ye gözler çevrilmişti. 57. Tümen Komutanı Albay Reşat Paşa, zamanında Çiğiltepe’yi alamadığı için intihar etmiş ve 17.30’da tepe ancak alınmış olacaktı. 28 Ağustos’ta Yunan kuvvetlerinin ana cephesi yarılmış, ondan sonraki 29 Ağustos’ta da taarruz başarılı bir şekilde gelişmişti. O günün akşamı, düşman Yunan kuvvetlerinin iki kolordusu Türk ordusu tarafından kuşatılmıştır. Asıl darbe 30 Ağustos 1922’de Zafertepe/Dumlupınar’da vurulmuş ve 40-50 bin kişilik düşman tümeninin çıkış yolları kapatılmıştır. Düşmanın bir bölümü imha edilmiş, bir bölümü teslim olmuş, diğer bir bölümü de İzmir’e doğru kaçmıştır. 1 Eylül 1922’de Türk ordusuna “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emrini veren Gazi Mustafa Kemal Paşa, 9 Eylül 1922’de komuta ettiği Türk ordusu ile İzmir’e girmiş ve 18 Eylül 1922’de Anadolu’da bir tane bile Yunan askeri kalmamıştır. Bu zafer, Org. A.Fuat Erden’in tabiriyle de “Motorsuz Yıldırım Zaferi” olarak da nitelenmektedir. 2 Bu denli yüce olan Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin zaferle neticelenmiş olması, dünyadaki mazlum halklara umut ışığı olduğu gibi İslam Dünyası’nda da sevinçle karşılanmıştır. Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya isimli kitabının 363. sayfasında dediği gibi; “Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.” 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Zaferi sayesinde Anadolu, “Türkiye” oldu, 26 Ağustos 1922’deki Büyük Taarruz ile de Türkiye, bizim ebedi vatanımız, memleketimiz olmuştur. Allah kimseyi vatanından, memleketinden mahrum etmesin. Her iki tarihi zaferimiz de kutlu olsun.